3 Mayıs 2012 Perşembe

DÜŞÜNCELERİNİZİ DEĞİŞTİRİN HAYATINIZ DEĞİŞSİN


“Bizler toplumsal kalıplar nedeniyle farklı kalıp ve maskeler altına girerek kendimizi kısıtlıyoruz. Dolayısıyla gerçek benliğimizden uzaklaşıyoruz. Yaşadıklarımızı %100 ifade edemiyorsak bunları bedenimizde hapsediyoruz. Bunlar enerjisel düzeyde sıkışınca bedende blokajlar oluşuyor. Hastalıklar da istemediğimiz şeyler de bunlardan kaynaklanıyor.” Diyen Kişisel Gelişim Uzmanı Hümeyra Gürel Tümay Nişantaşı Sohbetlerinde konuğumuz oldu. Konumuz; Alfa ve Beta dan daha güçlü olan Teta beyin frekansına geçiş..


Önce Teta tekniğinden bahseder misiniz ? Bu tekniği hiç bilmeyen insanlara nasıl anlatırız ? 


Teta derin blokajlarınızı bulmanızı ve bilinçaltınızı yeniden programlamanızı sağlar. Bizler bilinçaltımızın %88'ini kullanıyoruz, kalıplarla yaşıyoruz fakat bunun farkında değiliz. Bilinçli olarak yaptığımız birçok şeyi aslında kalıplarımız belirliyor. Bilinçaltımız dört seviyede çalışıyor; Çocukluğumuzdan edindiğimiz kalıplar, geçmişten gelen kalıplar, genetik kalıplar ve ruhsal seviye kalıpları. Farkında olmadan gerçekleştirdiğimiz bu eylemler içlerinde olumsuzluklar da barındırabiliyor.Bunları ne kadar çok değiştirirseniz o kadar çok farkındalığınız artıyor. Teta ile bu dört seviyede problemler temizlenir ve tam bir iyileşme gerçekleşir. Teta hayatınızda etkilerini somut bir şekilde görebileceğiniz bir teknik.

Teta tekniği ile nasıl tanıştınız, bu teknik nereden geldi ?

1998 senesinden itibaren kişisel gelişim ve enerji konularında eğitim alıyorum ve dolayısıyla çok teknik öğrendim. Teta tekniğiyle de 2005 senesinde tanıştım. Türkiye’ye ilk olarak Nilgün Sarar Tuncer getirmişti. Uygulamaya başladıktan sonra kendimde anında bir şeyler olduğunu fark ettim. Bundan sonra daha iyi öğrenebilmek için eğitim seminerlerine gitmeye karar verdim. Eğitim seminerlerini Amerika’da aldım. ilk olarak Reiki ile başladım. Daha sonra Feng Shui, elektromanyetik alan dengeleme tekniği (EMF), Rebirthing (Nefes), Reconnective Healing (Tekrar bağlantı), Hücresel Temizlik (Conklin Metodu) eğitimleri aldım. Oldukça yetenekli bir şifacı olan Vianna Stibal tarafından 12 yıl önce bulunmuş ve geliştirilmiştir. Şuanda dünyanın bir çok yerinde yetiştirdiği eğitimciler bulunmakta ve halen de artarak devam etmekte. 

DNA’larınızı Değiştiren Etkili ve Hızlı Teknik

Quantum Tekniğinde de benzer bir çalışma yapılıyor. Tetanın farkı nedir ? 

Benzer tüm tekniklerde olumlama tekniği vardır. Olumlama yaptığınızda gerek hipnoz gerek regresyon olsun, pozitif bir şeyi birkaç defa daha söylediğinizde etkisi oluyor. Bazen de bunun altında negatif bir kalıp varsa onun altından tekrar kökler ortaya çıkıyor ve bunu bozuyorlar. Teta da yaptığımız şey ise kök inanca ulaşıp onu çıkartıp daha verimli bir zemine koymak oluyor. O bakımdan olumlamalardan çok daha etkili ve hızlı çalışılmış oluyor. 

Bilinçaltını dört düzeyde temizleyip olumlu düşünceyi yerleştirerek hem kalıcı hem de iyi bir sonuca ulaşıyoruz. Yanılıyor muyum?

Evet aynen. Çünkü bazen bazı kalıpları keşfediyorsunuz ama onu tek düzeyde değiştirirseniz orada kökleri kalmış oluyor. Diğer düzeylerde kaldığı sürece bilinçaltı onu tekrar aynı yerine koymuş oluyor ve tam çözüm olmuyor. Dört düzeyde yapmamızın başka bir faydası da tüm genetiğinizi etkilemesidir. Bazen bir kişiye çalışma yapıyorum. Ona bağlı olan başka kişilerde bundan etkileniyor. O bakımdan aslında toplu bir çalışma oluyor. Böylece yapılan çalışma hem bizden sonrakileri hem de öncekileri etkiliyor. Yani biz bu olumlamayı, değişikliği genlere kadar indirgediğimiz için toplu çözüme de gitmiş oluyoruz. Evet. Çünkü her bir düşünceyi dört seviyede değiştirdiğimizde DNAmızda da değişiklik oluyor.

Biliyorum ki Teta da daha çok duygulardan hareket ediliyor ve buradan yola çıkarak birçok sorunun kökü yakalanabiliyor, sağlığımıza ne gibi etkileri var ? 

Hem kimyasal, hem duygusal tarafımız var ama maalesef hayatın karmaşası içinde biraz hayata ayak uydurmak adına duygularımızı bloke ediyoruz. Örneğin bir çocuk asla kendini kısıtlamıyor, istediği yerde ağlıyor istediği yerde kızıyor, tamamıyla serbest. Bizler toplumsal kalıplar nedeniyle farklı kalıp ve maskeler altına girerek kendimizi kısıtlıyoruz. Dolayısıyla gerçek benliğimizden çok uzaklaşıyoruz. Yaşadıklarımızı %100 ifade edemiyorsak bunları bedenimizde hapsediyoruz. Bunlar enerjisel düzeyde sıkışınca bedende blokajlar oluşuyor. Hastalıklar da bunlardan kaynaklanıyor. Bazı kanser çeşitlerinin sebepleri de bunlar. Kanser vakaları bu blokajlardan kaynaklanıyor. Duygularımızı yaşamaya ne kadar alışırsak ne kadar kendimizle yüzleşirsek ve ne kadar reddetmezsek o kadar daha sağlıklı olabiliyoruz.

Kendinizle Yüzleşmenizi Sağlıyor

Duyguların rehberliğinde o an ve zamandaki kök inanca ulaşarak kendimizle yüzleşmemizi sağlıyor değilmi ? 

Evet çünkü Teta dört seviyenin tümünde uygulanır. Bir tür, kuyuyu kazma ile tek tek kazıp dibini görmek gibi. Günlük yaşantıda aslında birçok kişi duygularından uzak yaşıyor birçok şeyi paylaştıklarını düşünüyorlar ama gerçek bir paylaşım yok. Hep bir şeyi beraber yaptığımızı düşünüyoruz ama duygu paylaşımı yok. Dolayısıyla nasıl hissettiniz sorusu insanlarda çok derin bir yerlere dokunuyor. Bazen çok acıtıyor bazen de şaşırtıp kendinizle yüzleşmenizi sağlıyor. Seanslarda bunları işliyoruz.

Aldığınız bu teknikleri, eğitimleri yaşamınız da hangi alanlarda kullanıp sonuç aldınız ?


Hayatınızın her alanında kullanabilirsiniz. Sağlık, ilişkiler, konsantrasyon, depresyon, korkular, istediğiniz herhangi bir şey ve daha sayamayacağım bir çok alanda.. Hepsinin özgürleştirme adına farklı açılımlara hizmet ettiğine şahit oldum ve çok faydalarını gördüm. Birçok endişelerim, korkularım vardı onları yenmeme de faydalı oldular. Şimdi de endişe yaşıyorum ama panik halinde değilim. 


Birçok Şeyi Düşünce Gücümle Gerçekleştirebiliyorum

Söylemek istemiyorsunuz ama ben bir şeyi imaj edip daha sonra o şeye ulaştığınızı biliyorum.

Bu teknikleri almadan evvel düşünce gücüme inanıyordum. Hatta birçok şeyi düşünce gücümle gerçekleştirebiliyordum. Ancak bu tekniği aldıktan sonra bu gerçekleştirmeler daha bilinçli hale geldi. 

Peki bu uygulamaların süresi nedir, ne kadar sürede olumsuz etkilerden kurtuluruz ?

Bu tamamıyla kişiyle alakalı. İster istediği konuda seans şeklinde uygulama alabilir, ister seminerler şeklinde kendisi uygulayabilir. Ama en ideali kendisi uygulamayı öğrendiğinde bunu kendi hayatına geçirmesi. Burada üç günlük seminerde uygulamayı öğretiyoruz. Ama hayattaki her şey gibi uygulamadığınız sürece aktifleştiremezsiniz. Önemli olan tüm negatiflerinizin ana nedeni köke ulaşmak. Ulaştığınız anda sonuç almışsınız demektir. Kişi ne kadar dengede olursa bazen otomatik olarak şifa gerçekleşiyor.

Teta Tekniğinden kimler faydalanabilir ? 

7 yaşını aşmış herkes faydalanabilir. Yetişkinlerin dışında çocuklara özel basitleştirilmiş bir seminerimiz de var. Çocuklar için de çok faydalı. Oların duygularıyla yüzleşip kendilerini daha iyi ifade etmelerini sağlayabilecek güvenli bir ortam oluşturmayı amaçlıyoruz. Gruplar içinde kişi kendini güvende hissedip daha büyük paylaşımlarda bulunabiliyor. Ayrıca seminerlerden sonrada kişi ile destek gruplarıyla konuşup görüşüp internet sitesinden de paylaşımlarda bulunabiliyoruz. 
www.humeyratumay.com

Röportaj:Şükür Bilir
http://www.sisligazetesi.com.tr/nisantasi/dusuncelerinizi-degistirin-hayatiniz-degissin-h20298.html

DOĞUDA ÜÇ BİN BALE SEYİRCİSİ !


Bu ay Nişantaşı Sohbetleri bölümümüzde Türkiye’de ilk balet unvanına sahip, baleyi Türkiye’nin her yerine tanıtan ve sevdiren Tan Sağtürk ile beraberdik.


Çok merak edilen bir soru ile başlamak istiyorum. 2011 yılındaki Tan Sağtürk olarak ifade etmek gerekirse bir ülkede ilk olmak nasıl bir duygu?

Bu soruyu bir Türk gazetecisinden hiç duymadım. Daha çok yabancı gazeteciler soruyorlar. İlk olmanın duygusu, yüklediği anlamlar farklı olabilir. En zor sahne sanatlarından bir tanesini yapıyoruz. O yüzden de bu konuda ilk olmanın hem ağırlığı, hem sorumlulukları fazla oluyor. Çok donanımlı olmak gerektiğini hissediyorsunuz. Türkiye’de bu iş biraz zorlaşıyor. İlk olmak, en azından kendi kurduğunuz dünyada, bir liderlik vasfıyla ön plana geçmenizi sağlıyor ki o zaman hayatınızda birçok şeye çok daha dikkat etmek zorunda kalıyorsunuz. Daha akademisyen bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz. Hem siz, bilginizle son derece ileriye fırladığınızı görüyorsunuz hem de bu işi bilmeyen insanların bilmesi için o dili de konuşup arada bir köprü kurmak durumunda kalıyorsunuz. İlk olmanın duygusu kendinizi havalarda değil de, daha çok ayaklarınızı yere basar halde bulmanıza neden oluyor.

9 yaşında başlarken neye göre karar verdiniz? Kimler etkili oldu?

Benim o sırada bir şey görmeme imkân yoktu. Çünkü İzmirliyim ve İzmir’de Devlet Opera ve Balesi açılmış değildi. Evimizde henüz televizyon yoktu ve bir bale gösterisi de seyretmemiştim. Ailemin mesleği gereği farklı şehirlere seyahat ediyorduk. Ankara ziyaretlerinde gerek tiyatro gerek opera, bale gösterilerine gittiklerini biliyorum. Bu bilinçaltı ile konservatuar sınavının yolunu tuttum ve kazandım. Sonrada 10 yıllık bir eğitim.

Türkiye’de baleye hatta diğer sahne sanatlarına da devlet desteği fazla olmuyor. Bunun için misyon sahibi biri olarak, hem de bir lider olarak, bir çalışmanız var mı?

Bu noktada hassas bir denge başlıyor. Ne zaman bir Kültür Bakanı’na derdimizi anlatıyoruz, değişiyor. Kültür Bakanlığı’nın hem Devlet Opera ve Balesi’ndeki hem de dışarıdaki insanların organizasyonunu bakanlık olarak yapabiliyor olmasında fayda olacaktır. Devlet Bakanı’na gidip de gerekli olan birtakım meseleleri anlatma görevinin Devlet Opera ve Balesi olduğunu düşünüyorum. Uzun bir süre Devlet Opera ve Balesi’nin mensubuydum, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin baş dansçılığını yaptım. Diğer insanların fikirleriyle bunu harmanlayıp kendi fikirleriyle devam etmekte son derece yarar olduğunu görüyorum. Eğer bu tip bir mesele için Devlet Bakanlığı’na gidersek ve oradan red yanıtı alırsak, bu tamamen sanatçı kişiliğimizle çakışabilir. Hem prangam yok benim hem de çok fazla desteğim yok ama götürmeye çalışıyorum. Bu dengeye o kadar alıştım ki bu dengenin bozulmasından da korkarım. Dolayısıyla Devlet Opera ve Balesi, Devlet Konservatuarlarının bale bölümünün başkanları YÖK ve MEB ile ve aynı zamanda Kültür Bakanlığı’yla, Avrupa’daki gibi, bütünleşerek çalışmaları gerekir. Böyle bir şey söz konusu olacağını zannetmiyorum. Çünkü Devlet Opera ve Balesi, Kültür Bakanlığı’na bağlı, Devlet Konservatuarları da YÖK’e bağlı. Eskiden Kültür Bakanlığı’na bağlıydı ama 1980 yılında ayrıştı.

Biliyoruz ki Diyarbakır’da, Gaziantep’te, Mardin’de bir sürü okul açtınız. Bunları yaparken neye göre değerlendirdiniz oradan bir talep mi geldi yoksa sizin böyle bir hayaliniz mi vardı?

“Vatan, millet, Sakarya“ diye parantez içinde bir cümle vardır, bir de egosantrik yapı vardır. Bende daha çok ikincisi baskın oldu. Çünkü bir sanatçının en çok istediği şey seyircidir. Biz gösterilerimizi organize etmeye başladıktan sonra çok fazla reklama ihtiyaç duymaksızın kendi seyircimizi oluşturmak durumundayız. Bunun içinde yerel bir şekilde tanınmanın çok avantajlı olduğu düşüncesindeyim. O zaman gerçekten oraya yerleşmek gerekir. Yerleştik. Gösteri yaptığımız zaman herhangi bir bez afişe bile ihtiyacımız olmuyor. 3000 ya da 4000 kişi rahatlıkla doluyor. Bir okul açarak, bütün kolejlerde, üniversitelerde konferanslar vererek baleyi nasıl seyretmeleri gerektiği konusunda çocukların gelişimini sağlamış olduk. Bu hem kendimize ait ek bir çalışma alanı olmuş oldu hem de cumhuriyet tarihinde ilk kez o şehirde bir bale okulu açılmış oldu.

Diyarbakır ve Gaziantep’te okullarının kapanmasının nedeni talep yetersizliği mi?

Kapanmadı, hala devam ediyorlar. Sadece Tan Sağtürk ismi kaldırıldı. Nereden bakarsanız bakın bir okulun 200–250 öğrencisi var. Şu anda da ne zaman bir desteğe ihtiyaç olunsa apar topar o şehre uçuyoruz. Çünkü bunlar kapanmaması gereken özel bölgeler. Bazı noktalarda çatışmalar yaşadığımız için bir dönem insanların bilgilerinin net olabilmesi için bir gazete ilanıyla artık orada bizim ismimizin olmaması gerektiğini düşündük. Çok sert bir çıkış olacak ve okulun yeni ismine zarar vereceği için vazgeçtik. Bu okulda sadece idari kadroda 60–70 kişi çalışıyor. Eğitim kadrosu da bir o kadar kişi. 16 okul var.

Tan Sağtürk nasıl bir baba ve eştir? Daha doğrusu şunu merak ediyorum. Okuldaki disiplini evde uyguluyor musunuz?

Bir insana bu konuda nasılsınız diye sorduğunuz zaman insan kendini reel şekilde değil de görmek istediği gibi anlatır. Onun için mükemmel bir babayım. Evdeki çocukla okulumdaki çocuğum arasında elbette ki fark var. Evde çocuğunuz sizi yönlendirirken, burada siz çocuklarınızı yönlendirmek zorundasınız. 12 kişilik sınıflardalar. 12 kişi içinde herkesin kalitesi farklı olacaktır ama kendi aralarında rakip yaratmıyoruz. Başka okullarımızla o sınıfı rakip yapacağız. Çünkü rekabet gerekiyor, bir aşı gerekiyor. Kızım konusunda daha özgürlükçüyüm. Benim için olmazsa olmazlar mutlaka vardır ama mesela düştüğü zaman biraz kendisi kalkabilsin. Böyle öğrenilecek çünkü hayat. Biraz fazla programlamak programsızlığı da getirebilir. Çünkü haftada bir gün, iki gün geliyor bizim çocuklarımız okula ama diğer taraftan yanımda uyuyor çocuğum.

Şuaralar gündemde bale gösterisi, hazırladığınız bir show var mı?

Sezon yeni başladı. Yeni başladığı için hemen bir seri giremiyoruz ama çocuklar hazırlandıktan sonra bütün okullarımız kendi gösterilerini kendileri yapıyorlar. Haziran ayında gösterilerimiz olacak. Bunu için daha çok BKM sahnesini ya da Haliç Kongre Merkezi Sütlüce’yi kullanacağız. Televizyonda da her Pazar gösterimiz var.

Yurt dışında olduğu gibi Türkiye’de de yaygınlaştırmak adına, bu gösterilerin, müzikallerin sayısının arttırılması mümkün değil mi?

Sahne olmadığı için çok zor. Sahneler o kadar dolu ki. Lütfü Kırdar Sergi Salonu’nda neredeyse dans gösterisi çok zor yapılır. Elbette ki gösteri sayısını fazlasıyla arttırmakta da fayda var. Zaten bundan sonraki amacımız da bu olacak. Çünkü 16 tane okulumuz oldu ve bir 16 tane daha açılacaktır. Buradan çıkan çocukların mutlaka gösterilerini sergileyebilecekleri bir profesyonel dans topluluğunun kurulması gerekir. Bütün bu topluluğu tek bir çatı altında birleştirmek adına vakıflaştırma meselesi var. Çünkü vakıf sizin sağlığınızdan sonra da devam ettirilebilecek bir yapı oluşturur. İnternet ortamından takip ettiğim kadarıyla yurtdışında bulunan Devlet Opera ve Balesi’nde bu kadar hacimli bir okul yok. Büyük okul 250 öğrencilidir 2 tane şubesi vardır, 400–500 öğrenciye ulaşır. Burada aynı zamanda meslek okulunda, çocuklar mezun oluyorlar ve okul açma, eğitim verme hakkına sahip oluyorlar. Kız çocukları için altın bilezik. Bunun devam edebilmesi ve tamamen kökleşmesi gerekiyor. Fakat 10 yılda bu kadar yapabildik şuanda hiç de fena değil.

Sizi yarışmalarda zaten görüyoruz, dizilerde de görmeye alıştık. Var mı bir dizi projesi yoksa bu sene yarışmayla devam mı ediyorsunuz?

Dizi yapayım hevesinde hiçbir zaman olmadım. Gelen bazı projeler cezbetti ve içinde bulundum. Fakat diziden ziyade Nezih Ünen ile birlikte sinema filmi yaptım. Özlem Tekin, Fadik Sevin Atasoy var. Yakında yeni bir proje daha var.

Peki, sinemadan bahsettiniz ben hemen şöyle sorayım: Dansla ilgili bir film yapmayı düşündünüz mü?

Sinan Çetin’den öyle bir proje geldi. Ama ben dans filmlerine temkinli yaklaşıyorum. Çünkü Türkiye’de bazı filmler artık ustaca çekilebiliyor ama dans devreye girdikten sonra ustaların ne kadar usta olduklarını da gördüm. Orada çekim görüşü, çekim açısı olarak koreograftan, bizlerden de yararlanmak durumundalar. Hangi kanala doğru gideceğiz yani hani Broadwayvari bir müzikal mi olmalı bu yoksa tamamen modernize edilmiş bir çalışma mı olmalı? Bunu yapımcı ve yönetmenle tamamen net olarak konuşup girmek zorundayız. Bunu yapabilecek arkadaşların sayısının Türkiye’de çok fazla olmadığı inancındayım.

Tan Sağtürk Akademi için eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Öncelikle şanslı olduğumu düşünüyorum. Kendi adıma, mesleğim adına saygı duyulduğumu düşünüyorum. Mesleğim konusunda her zaman saygı duyulmak istedim. Bilgimi çok arttırmaya başladım ve bu bilgi arttıkça daha fazla insanlarla arkadaşlık kurar hale geldim. Ve ekip arkadaşlarımızın da böyle olmaya başladığını gördüm. Öğrenmeye açık olmayan arkadaşımız bizimle çalışamaz hale geldi. Bu çok güzel bir şey ve o enerji ortaya çıkmaya başladı. Çünkü matematiksel bir çalışmanın sonucunda kreativite var ve bu muazzam bir olay. Yani herkesin uçabileceği, kaçabileceği bir alan var. İşte bize sorarsanız siz kimsiniz diye böyle anlatılır ancak.

Röportaj Şükür Bilir

http://www.sisligazetesi.com.tr/kultur-sanat/nisantasi-sohbetleritan-sagturk-h19961.html

Yoga Misyonerlerine Dikkat !

Nişantaşı Sohbetleri’nin bu ay ki konuğu Yoga Academy’nin kurucusu ve büyük yogi unvanı anlamına gelen Maha Yogi unvanını almış dünya’daki 5 üstat’tan biri olarak kabul edilen Prof. Akif Manaf. Kendisine yoga ile ilgili bilinmeyenleri ve yanlış bilinenleri sorduk.

Yoga nedir, ne değildir ?

Yoga müthiş bir sağaltım ve kişisel gelişim aracıdır. Sağlık için çok yararlıdır. İnsanın kendini kişisel, cinsel, psikolojik, dinsel her yönde geliştirmesi için iyi bir araçtır. O yüzden insan tarihinde sürekli uygulanmış, yer etmiştir. Özünde orijinal yöntemi barındıran bir gelişim sistemidir. Tepkiseldir, ancak dinle bir alakası yoktur. `Aştanga` denilen sekiz basamağıyla yoga bir bütündür ve bunlar tamamlanmadan gerçekleştirilen faaliyetlere yoga denilemez. Bu basamaklardan egzersizler kopartılarak, yeni bir yoga üslubuymuş gibi gösteriliyor. Özellikle son 20-30 yıldır bu çok yaygınlaştı. Bu, yoganın bütününü bozuyor ve etkisini azaltıyor. Birçok insanın aklına yoga denildiği zaman dinsel imgeler gelir ancak orijinal yöntemin dinle hiçbir ilgisi yoktur. Sadece derin bilgi ve pratik uygulamaları olan kendini geliştirme sürecidir. Ama günümüzde yogayı, yogadaki hareketleri, nefesleri bir misyonerlik aracı olarak kullanan kurumlar var. Yoga merkezi ya da daha farklı isimlerle merkezler açıp Hinduizm ya da Budizmi aşılayan yerler var ve bu çok yaygın.

Birçok yoga çesidi var ama en çok bilinen Kundalini Yoga da bunun içinde mi?

Kundalini Yogada da bir Hinduizm uzantısı vardır. İki uzantısı var. Biri Hinduizm uzantılı diğeri Sihizm uzantılıdır. Bu Kundalini Yoga altında insanları ya Hinduizme ya da Sihizme çekiyorlar. Sihler kafalarında türban olan, Pencap’ta, tapınaklarda yaşayan insanlardır. İnsanlara yoga adı altında dualar öğretip daha sonra da onları Hindistan’a götürüp Sih yapıyorlar, isimlerini değiştiriyorlar. Bu konuda kitaplar da var. Mesela bu kesinlikle dini bir uzantıdır. Çok yaygın bilindiği şekliyle meditasyon adı altında yapılan ayinlerdir. Bunların asıl adı mantradır. Bu mantralar Hindu ya da Budist dualarıdır.

Yani orijinal yogada mantralar yok mudur?

Orijinal yoga da mantralar hiçbir anlam taşımayan 3 harfli ses titreşimleridir. Bunlardan en çok bilineni “Om” mantrasıdır. Bu mantraların titreşimleri evrensel ölçüleri harekete geçiren titreşimlerdir. Örneğin “lam “ titreşimi özgüveni harekete geçirir. Kişi bu titreşimi kullanıyorsa ondaki titreşimleri aktifleştirerek sağlıklı hale getirir. Ama bu insanlar Hindu dualarına mantra diyorlar. Kişiler Hindu dinini bilmediği için mantra söylediğini sanıyorlar ama dua etmiş oluyorlar. Bu şekilde insanları psikolojik olarak kandırarak Hindistan’a götürüyorlar. Bunlar komik ama insanlar bu tür tuzaklara düşüyorlar. Dinlerini, isimlerini değiştiriyorlar. Ama gerçek mantranın dualarla bir ilgisi yok, evrensel güçlerle ilgisi vardır. Bu mantraların etkisiyle insan evrenle bağlantı kuruyor, enerji alıyor ve güçlenmeye başlıyor.

Bu konuda sizin köklü araştırmalarınız kaynaklarınız var. 
Yoga ile ilgili bu bilgilerin ilk kaynağı nedir?

Bazı kaynaklarda Hindu ya da Budist rahiplerin oturup hayvanlara bakarak onların oturuşlarını taklit etmiş olmalarıyla yoganın ortaya çıktığına dair bilgiler var. Bu, yoganın Hinduizm, Budizm kaynaklı olduğunu gösteriyor ama yine de gerçek yoga daha eskidir. İnsanlığın başlangıcından gelir, aslında metafizik bir konudur. Evrenin yaşamıyla, evrendeki bilinçli yaşamla ve insanlığın tarihiyle ilgilidir. Yani bu bilgiler insanın genetiğinde olan şeylerdir. Genlerimizde bu kodlar var. Bu yüzden yoga yapınca bütün vücudumuz ve genetik sistemimiz yenilenmeye başlıyor. Demek istiyoruz ki aslında yoga sonradan uydurulmuş bir şey değil. Bu insanın genetiğinde, evrenin genetiğinde olan bir şey. Biz bunu dışarı çıkarıyoruz. Ustalar bunları aktara aktara bugüne getiriyor. Ancak günümüzde artık kitaplar da yazılıyor. Örneğin yoga konusunda 13 kitabımız çıktı, 14. kitabımız da çıkacak. Yoga serisi olarak 9, felsefe serisi olarak 5 kitap çıktı. Bu kitaplarda olan bilgiler evrenden gelen bilgilerdir.

O kaynaklara nereden ulaşıyorsunuz, Himalayalar da yaşayan üstatlardan mı?

Baş kaynağımız üstat yani guru dediğimiz insanlar. İkinci kaynağımız da evrensel bilgilerin kendisi yani evrensel bilinç. Yogada önemli bir düzeye gelince ki bunlara “amadi” denir. Normalde yoga sekiz basamaklı bir gelişim sistemidir. Sekizinci basamakta üstün bir meditasyon halinde siz evrensel bilinçle bağlantı kurup evrensel bilgileri buradan edinebilirsiniz. Yazdığım kitaplarda da bu nedenle çok sıra dışı bilgiler var. En son çıkardığım Meditasyon kitabımda sıra dışı bilgiler var mesela.

Misyonerlik yapan yerlerde dua gibi okunan mantraların dışında neler vardır?

İnsanlar Hindu elbiseleriyle dolaşırlar. Hinduizm, Budizm kültürüne ait şeyler olur, tanrıların heykelleri olur. Turuncu elbiseli bir yoga hocası görürseniz bilin ki bunlar Hindu rahibidir, yoga için gelmemiş üç beş yoga hareketi bildiği için çağrılır ancak Hinduizm, Budizm anlatırlar. Gerçek yoganın bunlarla hiçbir ilgisi yoktur. Orijinal yogada tanrı, tapınak, dualar, ritüeller yok. Gerçek yoga üstatları dağlarda, Himalayalardadır. Onlara da ulaşmak kolay değildir.

Yoganın insanlara kattıkları nelerdir?

Duygusal ve zihinsel düzeyde; enerji akışlarını dengeler, duyguları sakinleştirir, zihni huzura kavuşturur. Odaklanma gücü artar, odaklanma artınca irade gücü artar. O zaman başarı da artar. Yaratıcılığı ve konsantrasyonu artırır.
Fiziksel olarak; organları canlandırır, kaslarını hareket ettirir. Nezleden, sinüzite kadar hastalığı olanlar da Yoga ile iyileşebiliyorlar. Bunun dışında bedenin, bezlerin, hormonel sistemlerin çalışmasını, çakra dediğimiz enerji merkezlerinin açılmasını, enerjinin akmasını ve enerji alanının güçlenmesini sağlıyor.

En çok talep hangi kesimden geliyor?

Türkiye’de 40’a yakın şubemiz var. İnsan olan her yerde yogaya ihtiyaç var. Yoga Academy’nin sloganı “0’dan 100’e Herkes İçin Yoga”. Türkiye’de 40.000 üyemiz var. Bunların içinde çocuklar da, öğrenciler de, çalışanlar da, emekliler de, hamileler de var. 

Özellikle yoga yapmasını önereceğiniz, vurgulamak istediğiniz bir kesim var mı?

İş adamlarının, büyük şirket çalışanlarının, bankacıların daha stresli, sorumluluk gerektiren, yoğun işleri onların daha çok ihtiyacı var. Çünkü gün geçtikçe sağlıkları bozuluyor, kronik rahatsızlıkları oluşuyor. Strese bağlı olan boyun ağrıları, fıtık ağrıları oluşuyor. Sınava giren öğrencilerin, ev hanımlarının da kendine göre stresi var. Bu nedenle herkesin ihtiyacı var diye düşünüyorum. Orijinal yoga sağlık için müthiş bir araçtır. Düzenli yapıldığı zaman kesinlikle tüm hastalıklara iyi gelir. Ama burada önemli olan doğru yeri seçmek. Yoga Academy’nin yurtiçinde ve yurtdışında 50’den fazla şubesi vardır. İstanbul’da 15 merkezi var. Bu başarı yoganın orijinal yani gerçek yoga yöntemlerinin uygulanmasının getirisidir. Biz yoga üstatlarını bularak onlardan orijinal yoga yöntemlerini öğrendik ve bunları öğretiyoruz. Buraya gelsinler, yogayı doğru şekilde yaparak yararını görsünler.

Röportaj: Şükür Bilir

http://www.sisligazetesi.com.tr/nisantasi/yoga-misyonerlerine-dikkat-h20141.html

Nisantası Görgülü Pastaneleri ile pastaya ve katkı maddelerine dair sohbet

Sevgililer Günü’ne özel hazırladığı pastalarıyla dikkat çeken Görgülü Pastaneleri sahibi Şani Açar ile pasta ile ilgili bilinmeyenleri, piyasada üretilen pastaların içine konulan zararlı maddeleri ve Görgülü’nün en ünlülerinden Hasbelkaderin öyküsünü konuştuk:

Pastanın taze olup olmadığını nasıl anlayabiliriz?

Meyveli pastada, üstündeki meyvenin kendini çekmiş olması, canlı olmaması; çikolatalı pastada ise özellikle üzerine çikolata sıvanmış pastalarda çikolatanın çatlak olması taze olmadığını gösterir. Kakaolu da olsa, ufak ufak ve alttan alttan çatlamaya başlar. Teşhir dolapları üflemeli olduğu için pastaları çabuk kurutuyor.

Bir pastanın ömrü ne kadardır?

Bir pastanın ömrü, Nişantaşı Görgülü Pastanesi’nde 24 saattir. Bugün çıkmış pasta en geç 13.00’e kadar teşhire konur, ertesi gün sabahtan çıkmaya başlayan pastaların eğer bir önceki günden muadili varsa kaldırılır, yerine taze olan konur. Kaldırılan pastayı arkadaşlarımıza veririz. Arkadaşlar almazlarsa alıp toptan Darülaceze’ye götürürüz.

Sağlığımız açısından dikkat etmemiz gereken nedir? Bayat bir pasta nelere yol açar?

Pasta bayatlamaz, içine konulan maddelerden fermante olanlar vardır. Örneğin kremşanti. Eğer doğal kremşanti, yani manda sütünden çekilmiş krema kullanıyorsanız bu fermanteye sebep olan malzemedir; ertesi günü ekşimeye başlar. Burada zehirlenme diye bir tabir yok. Sadece mide bozukluğu ve ishal yapar. Fermanteye neden olan diğer bir madde pastanın içindeki pandispanyanın temel maddelerinden biri olan yumurta fermantasyonu. Onun için biz hiçbir zaman çatlak, kırık yumurta kullanmayız.

Pasta ve kek yapmayı seven bayanlar için söyleyebileceğiniz püf noktalar var mı?

Hanımlar çok sabırsız. Bir pastayı yapmaya başladıktan beş dakika sonra bitireyim diğer işlerime bakayım diyorlar. Örneğin ev poğaçası yapıyorlar, dinlendirmiyorlar. Biz poğaçamızı bugün yapar, yarın satarız. Bir gün buzdolabında pişirmeden önce dinlendiririz. Buzdolabından çıktığı zaman soğuktur. Asgari 3 saat bekletiriz, sonra mayaya getiririz. Keklerde ise kekin kabarmaması, bizim tabirimizle fırından çıkarıldıktan sonra “göçmesi” hanımların yine sabırsızlığından kaynaklanıyor. Biz pandispanyayı yaparken bütün malzemeyi koyup asgari beş dakika çırparız. Herşeyi hazırlanır, hepsi bir kabın içersine konur, çırpılmaya başlandığı zaman saate bakılır ve beş dakika sonra durulur. O kek verimli bir kek olur, kabarır. Pişirme safhasında hanımlar fırını çok sıklıkla açarlar. Öncelikle soğuk fırına çiğ kek koymamak gerekir, asgari 150 derece gerekir. Kek pişerken harcadığı buhar da önemli. O buhar sirküle edildiği sürece kekin üstü kabuk olmuyor. Siz 40-45 dakika pişmesi gereken keki 10 dakika sonra açıp fırından buharı kaçırırsanız o kek hiçbir şeye benzemez.
Pastada da aynı şey vardır, mümkün olduğu kadar evde toz şanti kullansınlar. Suyla değil sütle karışımı yapsınlar, yalnızca pudra şekeri kullansınlar. Pudra şekeri şantiye hemen dahil olan bir şey. Toz şekeri eriteyim diye devam ettikçe sulu bir şey oluyor. Buna dikkat ederlerse pasta güzel olur.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Önümüzde çok anlamlı, çok manalı bir gün var. “Sevgililer Günü”. Eşlerini sevgili olarak gören erkekler ve bayanlar, genç sevgililer için güzel birtakım tavsiye edebileceğimiz seçenekler var. Gelip gördükleri zaman beğeneceklerini umuyoruz. İki kişilikten tutun, çok mevcutlu bir toplantı ise 15, 20 kişiye yetecek şekilde sürpriz pastalarımız var. 14 Şubat Sevgililer Günü’ne özel kalpli pastalarımız, kalp şeklinde kutu, bisküvi, çikolatalarımız da mevcut. 14 Şubatı kaçıranlar için 15 Şubat’ta devamı da olacak. Görgülü Nişantaşı’nın Kanada, Amerika, Avrupa’dan bile müşterisi var. Oradan telefon edip sipariş verir, biz buradaki akrabalarına yollayabiliriz. Tahsilatı mail ortamında yapabiliyoruz.



“Hiçbir katkı maddesi yoktur” ile “Hiçbir koruyucu madde içermez” arasındaki ince çizgi!


Birkaç yıl önce kendisinden çok söz ettirmiş olan bir katkı maddesi var. Piyasa da daha masum bir ifadeyle ‘Çin Tuzu’ adıyla satıyorlar. Orijinal adı MSG (Mono Sodyum Glutamat). Cipsler, hazır çorbalar, et suyu tabletleri, renkli yoğurtlardan tutunda dönere kadar birçok üründe kullanılmakta diyen Görgülü Nişantaşı pastanesi sahibi Şani Açar sorularımızı yanıtlarken birde güzel bir hikâye anlattı; en ünlü pastalarından olan ‘Hasbelkader’ in hikâyesi.

Nedir bu MSG ?

Yiyeceklere katıldığında, tatlı, tuzlu, acı fark etmeksizin o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel olarak algılanmasını sağlıyor. Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor ve yedikçe daha da yemek istiyorsunuz. Bu yüzden de gıda üreticilerinin birçoğu karlı olduğu için MSG’yi kullanıyorlar.

MSG zararlı mıdır ?

Zararlı olduğu yönde bir çok bilgi bulunmakta; doyma mekanizmasındaki bozukluk ve son zamanlarda artan obeziteden, Alzheimer, Epilepsi, İnsülinde artış, Retinaldejenerasyon, Böbrek ve karaciğerde ciddi hasara kadar liste devam ediyor. Daha net bilgileri İngilizceniz iyiyse dış kaynaklardan da bulabilirsiniz. Yurt dışında bu konuda Türkiye’de olduğundan daha duyarlılar.

Peki bunca zararı varken neden kullanılıyor ?

Özetle; Küreselleşen dünyada ticaret de küreselleşti ve bu ticaret devlerinin hedefi daha çok kar etmek büyümek! Bunları yeterince denetlemeyen ya da göz yuman yetkililer ve bilinçsiz tüketici topluluğu şeklinde sıralayabiliriz. Görmeye alıştığımız “Hiçbir koruyucu madde içermez” yazısını görünce raftan aldığımız ürünün içinde “MSG” v.b. katkı maddesi olmayacak diye bir kural yok. Bunu bilmeyen biz tüketiciler daha fazla sorgulamadan gönül rahatlığıyla o ürünü satın alıyoruz. İşte ince çizgi burada saklı. Sağlığımız kimlerin elinde ve biz ne kadar koruyabiliyoruz!

‘Hasbelkader’ hasbelkader çıktı

1996 yılında çalışan Erol Ustamız vardı. Bir gün bize “Bir çalışma yaptım, beğenir misiniz bilmem” diyerek bu pastayı getirdi. Hepimize tadımlık ufak bir dilim verdi. Harika bir pastaydı. Bir kere yumuşacık. Çok beğendik. Ertesi gün üç pasta yaparak minik dilimler şeklinde müşterilerimize ikram ettik. Hepsi bu tarifi nasıl buldunuz, adı nedir, harika olmuş dediler. Ancak henüz bir isim koyamadığımız için bir şey söyleyemedik. O gün Erol Ustaya pastanın ismi ne olacak diye sorduğumda bana hasbelkader bu pastayı yaptığını söyledi. Ben de, problem değil, o zaman ismi ‘Hasbelkader’ olsun, dedim. Mağazanın tezgâhındaki arkadaşlar itiraz ettiler ama denmemesi için bir neden yokki. Rum kökenli biri geldiği zaman Yuvarlak Pastaya Gato Turta diyor. O zaman bir pastamızın ismi de Türkçe olsun, biz uydurmuş olalım ne var bunda.
Müşterilerimiz bize Hasbelkader için “İsmini hatırlayamıyoruz bir pastanız var ondan istiyoruz” dediği zaman biz anlıyoruz. Hasbelkaderin çok iyi bir kaderi oldu. Malzemeyi hiç değiştirmediğimiz için tadı bozulmayan turtalarımızdan bir tanesi. Müşterilerimize bir de güzel bir tarif veriyoruz: pastayı poşetinden çıkarıp dipfrize atın. 1 saat kadar kaldığı zaman rokoko gibi olur. Bunun üstüne arzu ederseniz dondurma koyabilirsiniz ama en yakışanı sütlü dondurma oluyor. Afiyet olsun ! 


Röportaj : Şükür Bilir

http://www.sisligazetesi.com.tr/nisantasi/gorgulu-pastaneleri-ile-sevgililer-gunu-ozel-h20166.html

O Bir Cumhuriyet Kadını ve Bir Donemin Tanıgı !















 Nişantaşı Sohbetleri’nin bu ay ki konuğu Ali Fuat Cebesoy’un yeğeni Ayşe Cebesoy Sarıalp. Asker kökenli bir aileden gelen ve Cumhuriyet çocuğu olduğunu söyleyerek ailesinden miras kalan soyadını gururla taşıdığını söyleyen Cebesoy’la tarih kokan bir söyleşi gerçekleştirdik.


İlk önce sizi ve ailenizi tanıyarak sohbetimize başlayalım.

1926 doğumluyum. Cumhuriyet çocuğuyum. Baba tarafım asker. Anne tarafımda kısmen asker kökenlidir ancak daha ziyade siyaset ve devlet adamları var. İlk büyüğümüz Müşir Mehmet Ali Paşa, Plevne kahramanıdır. Babaannem Zeki Hanımefendi ve onun da eşi Atatürk’ün vefatında “baba” diye ağladığı insan İsmail Fazıl Paşa’dır. İsmail Fazıl Paşa’nın iki oğlu var. Birisi babam Kıdemli Albay Mehmet Ali Cebesoy ve kardeşi Ali Fuat Cebesoy. Babamı çok erken kaybettiğim için Ali Fuat Cebesoy bana bilfiil 23 sene babalık etmiştir. Ali Fuat Paşa M.Kemal’le Harbiye’den beri sınıf arkadaşıdır. M.Kemal’in burada ikamet edeceği bir yer olmadığı için Ali Fuat’la beraber bir köşkte kaldılar. Yani onların kader birliği sadece savaş cephelerinde değil bir çocukluk arkadaşlığına dayanır. Anlatmak istediğim şey askeri ve sivil erkanın, bu memlekete faydası dokunmuş kişilerin ahvadından geliyorum. Ailede benden başka kimse kalmadı. Bu nedenle onlara bir vefa borcum var. Bu borç onların bize bıraktığı tertemiz ismi yaşatabilmek ve en ufak bir leke getirmeden gözlerimi kapayabilmek. Eşim Oğuz Türklerinden olan Sarıoğulları beyliğinden gelen Ruhi Sarıalp Teknik üniversitede spor ve beden eğitimi bölümünü kuran kişidir. Uzun yıllar Kuleli Askeri Lisesi’nde ve Denizcilik Meslek Yüksekokulu’nda hocalık yapmıştır. Ben de Ankara Maarif Koleji’ni birincilikle bitirdim. Bizim zamanımızda Türkiye’nin yetiştirdiği en mağrur Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel vardı. Üniversiteye girebilmek için o dönem liseyi bitirdikten sonra olgunluk imtihanına girmek gerekiyordu. Nazlı Defne adında bir kızım var. Tarih, bilim kültür, milli mücadele, cumhuriyet kadınları gibi konularda 11 kitap yazdım.

Üniversite ve sonraki yıllardan kısaca bahseder misiniz ?

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Halide Edip Adıvar’ın kurduğu Filoloji Bölümü’ne girdim. Gerçi Halide Hanım’la bir tanışıklığımız, kader birliğimiz her zaman vardı. Ben hem edebiyat hem de eğitim bilimi aldım. Öğretim lisansı aldım ve hocalık yapabilme salahiyetim oldu. Üniversitede hocalık yaptım. Latince çalıştım.
Bizim hocalarımız hep çok değerli hocalardı. Bize Oxford’dan, Cambridge’dan hocalar gelirdi, onlarla okurduk. Bende tezimi yazdıktan sonra asistan olarak göreve başladım. Doktora yaptım. Uzun süre çalıştım. Daha sonra Amerikalılar bana musallat oldular. 1950’lerde Yeni Amerikan Haberler merkezleri açılmıştı. Kültür İşleri Müdür Muavini oldum ve 18 sene Amerikalılarla çalıştım. Amerikan Dışişleri’ne bağlıydı. Ancak gizli evrakları kontrol etme, mahrem olaylara girebilme gibi bir salahiyette verilmişti. Beni Amerika’ya davet ettiler. 15 eyalet dolaştım, üniversiteleri gezdim, kültür merkezlerini gezdim. Senatörlerle tanıştım, kongre binasına gittim. Bu seyahat bana çok şey öğretti. Döndükten sonra tekrar çalışmaya devam ettim. 1952 kurulan Türk-Amerikan Üniversiteliler Derneği Başkanı oldum. Tek gayem Amerikalılara Türkleri doğru tanıtmak oldu.

Dernek ve vakıftaki faaliyetlerinizden bahsedermisiniz ?

Nişantaşında bulunan Türk-Amerikan üniversiteliler Derneği ve Üniversiteliler kültür eğitim vakfı’nda, gelen gruplara yapılan toplantılarla arkeolojik, eğitim çalışmaları, tarih çalışmaları anlatılıyor. Türk musikisi gibi sanat etkinlikleri, konferanslar oluyor. Her hafta Salı günleri hangi konu anlatılacaksa o konuda bilgi verecek olan otoriteyi davet ediyorum ve ilk ağızdan bilgileri veriyoruz. Bu çok faydalı oluyor. Tarihten tutun da güzellik enstitülerine varıncaya kadar her konuda bunu yapıyoruz. Yeter ki o konuda bilgi verecek bir uzman olsun. Toplantılardan sonra yapılan soru-cevap bölümlerinde elde edilen sonuçları internet vasıtasıyla yazı halinde kendi sayfamızdan kamuya intikal ettiriyoruz. Biz bunları yaptık, bunları da yapmakta fayda vardır tarzında hem öneri hem de tavsiyelerde bulunuyoruz. Sadece üyelerimizle değil onun dışındakilerle de paylaşmaya çalışıyoruz. Arzu eden bu toplantılara da katılabilir. Zaten gayemiz, bütün şiarımız bu: kültür ve eğitim.
Emeğimizi harcamamak için vakıf kurmak lazım diye düşündük. 1971’de burs vermeye başladık. 285 çocuğumuz mezun oldu. İçlerinde ağır ceza reisleri var, profesörler, doktorlar var. Hali hazırda paramız da yok. Ben gidip siyasi destek gören ticari firmalardan bağış talebinde bulunmam. Bağış verecek olan kişilerin tamamen tarafsız ve gönlü geniş olan kişiler olmasını isterim. Şuanda okuttuğum öğrenci sayısı 18. Fazla okutamıyorum bu nedenle ama mezun veriyorum. Burslu okutup bir yerlere gelen çocuklar bana en güzel hediye. Derneğin en önemli konusu burslu olarak çocuk okutmak. Çünkü Anadolu’da okuyamayan çok çocuk var. Milli eğitimde işlenmiş en büyük cinayet köy enstitülerinin kapatılması olmuştur. Bununla beraber Türkiye’deki eğitim tepetaklak olmuştur. Eğer kapatılmasaydı bugün o köylerden yetişen pırıl pırıl çocuklar memlekette liderdi. Bugün o çocuklar ellerinde bohçalarıyla İstanbul’a gelip okumak için çabalayıp sürünmezlerdi. Köy enstitüleri köy ağalarını küstürdü. Çünkü bu ağa için 40000 tane köylünün oyunu kaybetmekti. Siyasilerde bunu görerek köy enstitüleri komünist yatağıdır dediler. Halbuki ne alakası var.

Bugünkü eğitim ile ilgili neler düşünüyorsunuz ?

Bugün Türkiye’de eğitim yoktur. Ben buna eğitim demiyorum. Eğitimin topluma göre ayarlanması gerekmediğini düşünüyorum. Öğretmenleri görüyoruz onlar Türkçe konuşamıyor bir kere. Okullar gelinen zamana uygun değil. Donanımsız yetersiz.

Bundan sonraki yıllar için yapmayı düşündüğünüz şeyler var mı?

Şimdi gündemde olan Fransızların Ermeni soykırımını tanımasıyla ilgili yapmak istediğim bir şey var. Ben Kazım Karabekir Paşa’nın kızlarıyla çok yakın dostum. Bir kitap yazdım bununla alakalı. “Ali Fuat Paşa Kader Birliği Yaptığı Kazım Karabekir Paşa’yı Anlatıyor” diye. Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Hanım dan bir gün toplantı da konuşma yapmasını istemiştim. Ve o da toplantıya bir resim getirdi. Kara kalem bir resim. Bir Ermeni yazmış ve altında da yazısı var. Diyor ki: “yetimlerin babası Büyük Kazım Karabekir Paşa Hazretleri’ne Trabzon-Ermeni Yetimhanesi’nden”. Trabzon’daki Ermeni zatın yaptığı şey bu. Yalnız bu resmi kongre binasına götürselerdi yeterdi. Bizim meclistekiler uyuyor. Bu kararın arkasından bir toplantı yapmıştım. Onur Öymen’i davet etmiştim. Onun geldiği gün Timsal Hanım’dan bu resmi rica ettim. Bunları Onur Bey’e verdim ve bana değerlendireceğini söyledi. Aklı başında olduklarını düşündüğüm milletvekillerine bu resimden bir tane yollayacağım ve Karabekir Paşa’nın bu konudaki yazısını yollayacağım.
Türkiye cumhuriyeti bir mucizedir. Yoktan var edilmiş bir mucizedir. Dünyada böyle bir milli mücadelenin eşi yoktur. Okullarda bunların hiçbiri okutulmuyor. Çocuklara bilhassa gençlere anlatmaya çalışıyorum davet edilip gittiğim okullarda. Kuvayi Milliye ayrı Milli Mücadele ayrı bir dönem. Bunları ayırarak anlatmak lazım. Kuvayi Milliye’de halk mücadele ediyor. Niçin biz Kahramanmaraş, Şanlıurfa diyoruz. Çünkü halk burada kendi savunmasını kendi yapıyor, Fransa’ya karşı. Çocuklara bunları anlatmak lazım. Kökünü bilmeyen toplum kökü olmayan ağaç gibidir. Devrilir gider. Türkiye şimdi böyle bir döneme giriyor. Gittiğim okulda 300 çocuk vardı ve bana sadece 3 çocuk soru sordu. Bana Nazım Hikmet’i sordular. Nazım Hikmet benim kuzenimdir. Kız kardeş torunlarıyız. Ben maalesef Nazım Hikmet’i tanıma fırsatı bulamadım. Ancak bana Nazım Hikmet’in ilişkilerini, özel hayatını soruyorlar. Edebi kişiliğini, şiirlerini sormuyorlar. 72 dile şiirleri tercüme edilmiştir.

Dernek olarak beklentiniz, sesinizi duyurmak istediğiniz bir şeyler var mı?

Sizin bu yazınızı okuduktan sonra bana eğitimle ilgili bir şeyler danışmak isteyenler olursa gelebilirler. Benim düşündüğüm kriterler dahilinde olmak kaydıyla da her zaman destekleri bekliyorum. Destekler artarsa burslu öğrencilerimizin sayısı da artacaktır.
www.turkamerican.org

Röportaj: Şükür Bilir

http://www.sisligazetesi.com.tr/nisantasi/o-bir-cumhuriyet-kadini-h20198.html

Nişantaşı Sohbetlerinde 'Koruyucu Diş Hekimliği'

Diş Dostu Derneği Genel Sekreteri Selda Alemdar Dinçer ile birlikteydik. Dinçer’e Diş Dostu Derneği’nin amacını ve koruyucu diş hekimliğini sorduk:

Dernek nerede nasıl ve ne amaçla ortaya çıktı?

Türkiye’de Diş Dostu Derneği olarak bilinen Toothfriendly International’ın merkezi İsviçre'dedir. 1982 yılından beri ağız-diş bakımı ve doğru beslenme bilincini oluşturmak, geliştirmek ve yerleştirmek konusunda çalışmalar yapan uluslararası bir federasyondur. Federasyonun İsviçre, Almanya, Japonya, Kore ve Türkiye'deki yerel dernekleri de kendi ülkelerinde aynı hedefe hizmet etmektedir.

Derneğin buradaki amacı nedir?

Türkiye'de her meslekten gönüllüleri ve kuruluşları örgütleyerek toplumun ağız ve diş sağlığının korunmasını sağlamak, toplumda koruyucu diş hekimliği, beslenme alışkanlıkları ve diş bakımının ağız ve beden sağlığındaki önemini kavramış bilinçli bireylerin sayısını arttırmak Diş Dostu Derneği olarak ana amacımız.

“Koruyucu diş hekimliği” nedir?


İşin basiti şu; siz eğer dişlerinizi günde 2 kez fırçalar, diş hekiminize 6 ayda bir kez gider, diş hekiminiz kontrol zamanı geldiğinde size bunu hatırlatır ve sizi takip ederse birinci aşamayı geçmiş olacaksınız. Eğer diş hekiminiz dişlerinizin minesini güçlendirecek flor uygulaması yapıyor, çocuğunuza dişleri çıkar çıkmaz flor vernik sürüyor, 6 yaşına geldiğinde yüzey örtücü uyguluyor ve bunun yanı sıra ağız ve diş sağlığı eğitimi veriyorsa dişlerinize önem veriyor demektir. Bu “diş hekimi”, koruyucu hekimlik açısından sizin için doğru bir tercihtir.

Bu uygulama bize ne kazandırır?

Sizi aslında hiç istemediğiniz hatta korktuğunuz bir tedaviden ve masraftan kurtaracak ayrıca kendinizi çok daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Koruyucu hekimlik uygulamaları ile çocuğunuzun dişleri güven altında olacak. Diş Dostu Derneği olarak, “koruyucu uygulamalar yapan diş hekimlerini” destekliyoruz. Diş Dostu logosunu kliniklerine asma hakkına sahip diş hekimleri minimum hijyen kriterlerine sahiptirler. Türkiye Akreditasyon Kurumu’ndan akredite bağımsız Udem tarafından denetlenirler. Diş Dostu muayenehaneler çevreye zarar vermezler ve kalite anlayışı içerisinde sürekli yenilenirler, diş hekimleri ve çalışanları sürekli eğitim alırlar.

Logo neyi temsil ediyor?

Diş Dostu logosu, üzerinde bulunduğu ürünleri diğerlerinden farklı kılan bir kalite markasıdır. Logo tüm dünyada 45 ülkede gerek şekerleme gerekse ağız-diş sağlığı ile ilgili ürünlerde kullanılmaktadır. Logonun bulunduğu ürünlerin ağız- diş sağlığı açısından güvenli olduğu bilimsel testler ile kanıtlanmıştır.
Diş Dostu Derneği, ağız ve diş sağlığı konusunda daha bilinçli bir toplum için destek veren kurum ve kuruluşları şemsiyesi altında buluşturmaktadır. Diş Dostu logolu ürünleri tercih eden tüketici; Diş Dostu Derneği'nin yürüttüğü kampanyalara doğrudan destek vermiş olur


Röportaj: Şükür Bilir

http://www.sisligazetesi.com.tr/nisantasi/nisantasi-sohbetleri-koruyucu-dis-hekimligi-h20163.html